3 Haziran 2017 Cumartesi

Atatürkün Türk Milletine Liderlik Yaptığı Konular

Mustafa Kemal Atatürk bir devleti baştan yaratan öngörüsü ve zekasıyla bir çok alanda Türk Milleitne liderlik etmiştir. Askeri hayatında görevli olduğu yerlerde gördüğü eksiklikleri kafasına not etmiş, değerlendirmiş ve gerektiğinde üslerine var olan yanlışlıkları belirterek düzeltilmesi hususunda fikirlerini beyan etmekten çekinmemiştir.

Yok olmaya yüz tutmuş bir milletide kurtarırken bu gördüğü yanlışlardan ve uygulamalardan ders çıkarmıştır. Atatürk, Cumhuriyet'in kurulması esnasında emir ve talimatlar vermenin dışında yapılması gerekenler için bizzat çaba gösterdiği, liderlik yaptığı görülmüştür.

Atatürk özet olarak şu konularda liderlik yapmıştır:
* Milli mücadele döneminde siyasi ve askeri açıdan yaptıkları
* Halk Fırkası döneminde yaptıkları
* Cumhuriyet'in ilanı
* 1924 Anayasası
* Saltanatın ve Hanedanlığın kaldırılması
* Yeni Türk Alfabesi (Harf devrimi) ve Dil Devrimi
* Güneş Dil Teorisi çalışmaları
* Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu

Atatürkün öğrenim hayatı kısaca

Mustafa  Kemal, Şemsi Efendi Mektebi'nden mezun olduktan sonra Selanik Mülkiye  Rüştiyesi'ne devam etti. 1894 yılının Temmuz-Ağustos aylarında kendi  kararı ile Askeri Rüştiye'ye başladı.  Öğretmenleri Mustafa Kemal'in zeki ve yetenekli bir genç  olduğunu hemen fark ettiler ve ona büyük bir sevgi ve ilgi gösterdiler.

Mustafa Kemal, Selanik Askeri Rüştiyesi'ni bitirdikten sonra 1896'da  Manastır Askeri İdadisi'ne girdi. Mustafa Kemal, hem askerlik eğitimine devam ediyor hem  de Fransızca dersleri alarak yabancı dil eğitimine büyük önem  veriyordu. Mustafa Kemal, Manastır Askeri İdadisi'ni başarı ile  bitirerek, 13 Mart 1899 tarihinde İstanbul'da Harp Okulu'na girdi. Üç  yılda Harbiye öğrenimini tamamlayıp 10 Şubat 1902'de bu okulu teğmen  rütbesiyle bitirdi ve öğrenimine Harp Akademisinde devam etti.

1903 yılında Üsteğmen oldu. 11 Ocak 1905 tarihinde de kurmay yüzbaşı  rütbesiyle Harp Akademisi'nden mezun oldu.

5 Şubat 1905 tarihinde Şam'a atanması ise, askeri hayatında yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur.

Atatürk’ün Yaptığı Yenilikler Nelerdir

Mustafa Kemal, ulus – devlet anlayışında bir devlet oluşturmak için cumhuriyetin ilan edilmesiyle kurucu cumhurbaşkanı olarak seçilmiştir. Cumhuriyet inkılapları, Atatürk’ün ortaya koyduğu ilkeler ışığında gerçekleştirilmiş daha sonra anayasal olarak kayıt altına alınmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nde 1923 – 1038 yılları arasında inkılaplar yoğun olarak yapılmıştır. Siyasi, iradi, iktisadi, sosyal ve kültürel alanda birçok yenilikler yapılmıştır.

Atatürk’ün yaptığı yenilikler şu şekildedir:

*Saltanatın kaldırılmasıdır.

*Cumhuriyetin ilan edilmesidir.

*Hilafetin kaldırılmasıdır.

*Kılık kıyafet yeniliğinin getirilmesidir.

*Şapka kanunun çıkarılmasıdır.

*Medeni kanunun kabulüdür.

*Soyadı kanununun kabulüdür.

*Harf devriminin yapılmasıdır.

*Kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesidir.

*Ajans, tarih ve dil kurumlarının kurulmasıdır.

*Tarım, ticaret ve sanayi alanlarında kalkınmadır.

*Geometri, Matematik gibi pozitif bilimlerde yenilikler yapılmasıdır.

*Laikliğin kabul edilmesidir.

*Eğitim ve öğretimin birleştirilmesidir.

*Mektep, medrese, tekke ve zaviyelerin kapatılmasıdır.

Sakarya Savaşı’ndan Sonraki – Yaşanan Gelişmeler

Türk Ordusunun Mustafa Kemal önderliğinde İngiliz destekli Yunan kuvvetlerine karşı tüm imkânsızlıklara rağmen kazandığı Sakarya Meydan Muharebesi’nden sonra Türk milleti ve yeni kurulacak Türk devleti adına askeri ve siyasal alanda lehte birtakım gelişmeler yaşanmıştır. Bu gelişmelerin en büyüğü kuşku yok ki Fransızlarla imzaladığımız ve İstanbul Hükümetine karşı TBMM’nin yani Ankara Hükümetinin meşruiyetinin tam manasıyla tanındığı Ankara Antlaşması olmuştur. (Bu antlaşmayla Fransa yeni Türk Devleti’ni resmen tanıyan ilk İtilaf Devleti olmuştur.) Bu gelişmeler maddeler halinde sıralanacak şöyledir:

Sakarya Savaşı’ndan Sonraki Gelişmeler – Maddeler Halinde

- Hatay dışında bugünkü Suriye sınırımız çizildi.
- Fransa, Hatay’ın özerkliğini tanıyarak buranın Türkiye’nin bir parçası olduğunu kabul etti.
- Fransa yeni Türk Devleti’ni resmen tanıyan ilk İtilaf Devleti oldu. Ankara Antlaşması ile İtilaf Devletlerinin Türkiye’ye karşı oluşturdukları birlik parçalandı.
- Güney Cephesi’ndeki savaş durumu sona erdi. Buradaki birlikler Büyük Taarruz için Batı Cephesi’ne kaydırıldı.

Kaynak: www.ataturkinkilaplari.com – En Kapsamlı Atatürk Sitesi tarafından muhtelif TC İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük Konulu Ders Kitapları ve Çeşitli Belirli Günler ve Haftalar ile İlgili kitaplardan derlenerek oluşturulmuştur.

I. Dünya Savaşı’nın Nedenleri – Maddeler Halinde - Sebepleri

Siyasi birliğini geç tamamlayan Almanya’nın teknolojik alanda önemli gelişmeler sağlaması ve artan hammadde - pazar ihtiyacını karşılamak amacıyla sömürge arayışına girmesi ve bunun yanında İtalya’nın da Almanya gibi siyasi birliğini yeni kurmuş olması ve yayılmacı bir siyaset izleyerek, sömürge piyasasında pazar kapma yarışına girmesi 
- Almanya ve İtalya’nın bu gelişmesinin, bir sömürge imparatorluğu olan “Güneş Batmayan İmparatorluk” denilen İngiltere’yi rahatsız etmesi 
- Almanya’nın Fransa’dan Alsas-Loren alması 
- Almanya’nın yayılmacı ve saldırgan tavırlarından Fransa ve Rusya’nın da rahatsız olması 
- Rusya’nın Balkanlarda sürdürdüğü panislavizm politikasından Avusturya-Macaristan’ın rahatsız olması 
- Fransız ihtilali’nin yaydığı ulusçuluk akımının etkisi 
- Sırbistan’ın, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu topraklarında yaşayan Sırpları kendi topraklarına dâhil etmek istemesi 
- Almanya’nın İtalya ile işbirliği yapması ve Avusturya-Macaristan’ın katılımıyla İttifak devletleri (Bağlaşma Devletleri) grubunu oluşturması 
- Almanya’nın doğrudan tehdidi karşısında İngiltere ve Fransa’nın, Rusya’yı da yanlarına alarak İtilaf devletleri (Anlaşma Devletleri)

Kaynak: www.ataturkinkilaplari.com – En Kapsamlı Atatürk Sitesi tarafından muhtelif TC İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük Konulu Ders Kitapları ve Çeşitli Tarih İçerikli Konu Anlatımlı YGS ve LYS Hazırlık Kitaplarından derlenerek oluşturulmuştur.

I. Dünya Savaşı'nda İtalya Niçin - Neden taraf Değiştirdi

Aynı grupta yer almasına rağmen, Avusturya ile arasında sınır sorunları olması, bazı Italyan şehirlerinin Avusturya’nın elinde bulunması İtilaf devletlerinin İtalya’ya, Trablusgarp’ı işgalinde izin vermeleri ve desteklemeleri OsmanlI topraklarında gözü olan İtalya’ya, itilaf devletlerinin toprak vaat etmesi gibi gelişmeler etkili olmuştur.

Kaynak: www.ataturkinkilaplari.com – En Kapsamlı Atatürk Sitesi tarafından muhtelif TC İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük Konulu Ders Kitapları ve Çeşitli Tarih İçerikli Konu Anlatımlı YGS ve LYS Hazırlık Kitaplarından derlenerek oluşturulmuştur.

I. Dünya Savaşı'nın Başlaması ve Gelişimi

Avusturya-Macaristan veliahtının Saraybosna ziyaret ettiği bir sırasında bir Sırp milliyetçisince, öldürülmesi üzerine Avusturya-Macaristan, Sırbistan’a savaş açmıştır. (1914) Avusturya-Macaristan’ın Sırbistan’a saldırması karşısında ise Rusya, Sırbistanı yanına alarak savaşa girmiştir.

Avusturya’nın yanında ise müttefik olarak Almanya yer almış, Rusya Avusturya’ya, Almanya ise Rusya’ya savaş ilan etmiştir. Bunların yanında Almanya’nın Fransa ve Belçika’ya da saldırırı düzenlemesi üzerine, İngiltere de Almanya’ya savaş ilan etmiştir. Savaşın başlangıç safhalarında Almanya bir taraftan batıda Fransa ve Belçika toprakları içlerine ilerlerken, diğer yandan da doğuda Rusya’ya karşı başarılar elde etmiştir. Almanya’nın Avrupa’da savaşmasını fırsat olarak gören Japonya, Almanya’nın Uzak Doğu’daki sömürgelerine göz dikerek bunları, kısa sürede ele geçiren Japonya’nın gelişmelerin içine katılmasıyla savaş okyanusa kadar yayılmıştır. Savaştan önce, Almanya ile İttifak devletleri grubu içinde yer alan İtalya, savaşın başlarında tarafsız kalmasına rağmen, bir süre sonra İtilaf devletlerinin yanında savaşa katılmıştır.

Kaynak: www.ataturkinkilaplari.com – En Kapsamlı Atatürk Sitesi tarafından muhtelif TC İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük Konulu Ders Kitapları ve Çeşitli Tarih İçerikli Konu Anlatımlı YGS ve LYS Hazırlık Kitaplarından derlenerek oluşturulmuştur.

I. Dünya Savaşı Öncesi Osmanlı Devleti'nin Genel Durumu

1683 Viyana Bozgunu’ndan itibaren büyük bir çöküş içinde bulunan Osmanlı Devleti, iyice gücünü kaybetmiş, son olarak Trablusgarp ve Balkan savaşlarında da kötü gidişat iyice ortaya çıkmıştı. Bab-ı Ali Baskını sonucunda yönetimi tamamen ele geçiren İttihatçılar, Balkan savaşlarında yitirilen toprakları geri almayı istemişlerdir. Diğer taraftan Osmanlı Devleti çökme sürecine çok daha önceden girmiş olmasına karşın, Avrupa devletleri arasındaki çıkar çekişmelerinden yararlanarak “Denge Politikası”nı izlemişti. Siyasi bütünlüğünü geç sağlanmasına rağmen, hızlı bir gelişme sağlayarak, güçlü bir devlet haline gelen Almanya’nın bu başarısı, İttihatçılarda Alman hayranlığı uyandırmış, İttihat ve Terakki iktidarında da Alman yanlısı politika devam ettirilmiştir.

Almanya’nın güçlenerek büyük bir tehlike oluşturması üzerine İngiltere, Doğu (Şark) siyasetini değiştirmiş ve Rusya ile yakınlaşarak, Reval Görüşmeleri’nde Osmanlı ülkesini Rusya ile paylaşmıştır. İngiltere’nin bu siyasetini farklılaştırmasında, Rusya ile yakınlaşmayı arzu etmesi kadar, Osmanlı Devleti'nin Almanya ile yakınlaşmış olması da etkili olmuştur.

Kaynak: www.ataturkinkilaplari.com – En Kapsamlı Atatürk Sitesi tarafından muhtelif TC İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük Konulu Ders Kitapları ve Çeşitli Tarih İçerikli Konu Anlatımlı YGS ve LYS Hazırlık Kitaplarından derlenerek oluşturulmuştur.

I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin Durumu

I. Dünya Harbi başlayınca, Osmanlı Devlet idaresinde fikir ayrılığı ortaya çıkmış, İttihatçılar Almanya yanında savaşa girmek isterken, Padişah V. Mehmet Reşat, savaşta tarafsız kalmayı planlamıştır.

Bütün bunlarla birlikte İttihatçılarla yakın ilişkide olan Almanya ise Osmanlı’nın kendileri ile birlikte Savaşa katılmasını istemektedir Bunun belli başlı sebepleri maddeler halinde şu şekilde sıralanabilir;

- Savaşı geniş alanlara yayarak, İtilaf devletlerinin gücünü bölmeyi
- Osmanlı Devleti’nin stratejik konumundan ve boğazlardan yararlanmayı
- İngiltere’nin sömürgelerine giden yol üzerinde denetimi sağlamayı
- Osmanlı halifesinin Müslümanlar üzerindeki nüfuzunu kullanarak, cihat çağrısı yaptırmayı, böylece İngiliz ve Fransız sömürgelerindeki Müslümanları ayaklandırmayı
- Osmanlı Devleti’nin insan gücünden yararlanmayı amaçlamıştır. Almanlar, Osmanlı ordularının eğitilmesi, sevk ve idare edilmesi, silah ve cephane yönünden desteklenmesi durumunda başarılı olacaklarını düşünmüştür.

- I. Dünya Savaşı’nda bazı cephelerin komutası Alman subaylara bırakılmıştır. Mustafa Kemal, bazı cephelerde komutanın yabancı subaylara bırakılmasına bağımsız devlet anlayışına uymadığı için karşı çıkmıştır.

- İngiltere, Osmanlı topraklarında kendisinin de gözü olduğundan, ayrıca Rusya’nın Osmanlı üzerindeki emellerini bildiğinden, Osmanlının İtilaf bloğuna alınmasının, Rusya’nın taraf değiştirmesine neden olacağı için Osmanlı Devleti’nin kendi yanlarında savaşa katılmasını istememiştir.

Osmanlı Devleti savaş çıkınca tarafsız olduğunu, Boğazları bütün gemilere kapadığını ve kapitülasyonları iptal ettiğini ilan etmiştir. Osmanlı Devleti tarafsızlığını ilan etmesine rağmen, Almanya ile gizli, bir işbirliği sözleşmesi imzalamıştır. Osmanlı Devleti İtilaf devletlerine güvenmediği ve olası bir saldırı durumunda Almanya’nın desteğini sağlamayı planladığı için böyle bir anlaşma yapmıştır. Osmanlı Devleti, ayrıca genel seferberlik ilan etmiştir. Çıkarlar hüküm sürüdüğü bu savaşta,

- Osmanlı gibi güçsüz fakat toprakları önemli olan, jeopolitik önemininin yanında sömürge yolları üzerinde bulunan,

- Boğazlar gibi stratejik alanlara sahip olan, topraklarında çok önemli petrol kaynakları bulunan bir devlet, istese de savaş dışı kalamazdı.

Kaynak: www.ataturkinkilaplari.com – En Kapsamlı Atatürk Sitesi tarafından muhtelif TC İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük Konulu Ders Kitapları ve Çeşitli Tarih İçerikli Konu Anlatımlı YGS ve LYS Hazırlık Kitaplarından derlenerek oluşturulmuştur.

Osmanlı Devleti 1. Dünya Savaşı

Savaşa girme yanlısı olan İttihat ve Terakki yönetimi ile Almanya’nın görüşmesi henüz sürerken, Atlas Okyanusu’nda bulunan İngiliz ve donanmasından kaçan iki Alman gemisinin, Akdeniz üzerinden gelerek boğazları geçmesi ve Osmanlı Devleti’ne sığınması.

- Bu iki Alman gemisini takip eden İngiliz donanmasının, Çanakkale Boğazı’na kadar gelmesi fakat Osmanlı Devleti’nin bu gemileri savaş öncesi Almanya’ya sipariş ettiğini ve satın alındığını duyurması. Nihayetinde Osmanlının donanmasına kattığı bu iki Alman gemisine Türk bayrağı çekmesi.

- Goben ve Breslaw adlı bu iki gemiye, Yavuz ve Midilli adlarının verilmesiyle birlikte bu gemilerin, bir gece yarısı Karadeniz’e çıkarak Kırım dolaylarında Rus limanlarını bombalaması.

İşte Osmanlı bayrağı altında gerçekleşen bu olaylar ile Osmanlı Devleti resmen savaşa katılmış olmaktaydı, Rusya yapılan bu saldın üzerine Osmanlı Devleti’ne resmen savaş açmıştır.

Kaynak: www.ataturkinkilaplari.com – En Kapsamlı Atatürk Sitesi tarafından muhtelif TC İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük Konulu Ders Kitapları ve Çeşitli Tarih İçerikli Konu Anlatımlı YGS ve LYS Hazırlık Kitaplarından derlenerek oluşturulmuştur.

Sakarya Savaşı’nın Savaş Taktiği

Sakarya savaşı, Türk ordusu tarafından kaybedilen Eskişehir-Kütahya Savaşı’ndan sonra Türk milleti için bir dönüm noktası oluşturmaktaydı. Yunan ordusu Sakarya Savaşı’yla, Sakarya nehrini geçerek Türk milletinin milli mücadelesine darbe vurmak istiyordu. Türk ordusu ise 100 km genişliğinde olan cephe hattına toplanmış ve tüm birliklerini burada bulundurmuştur. Başarılı ve net sonuçlu bir meydan savaşı için Türk ordusu Sakarya Nehri’nin doğusuna çekilerek, geri çekilme planı uyguladı.

144 sayılı kanuna göre Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından 5 Ağustos 1921 tarihinde Mustafa Kemal Atatürk 3 ay süresinde yetkileri genişletilerek Türk ordusuna başkomutanlık yapması için görevlendirildi. 7-8 Ağustos 1921 tarihinde, Mustafa Kemal Atatürk Tekâlif-İ Milliye Emirleri’ni yayınladı ve Türk ordusunu gerekli silah, mühimmat, personel ve araç-gerek ile donatarak güçlendirmeye çalıştı. Kısıtlı imkânlara sahip Türk ordusu bu şekilde kendini savaşa hazırlarken Yunan ordusunun hiçbir eksiği yoktu ve her imkâna sahipti. 23 Ağustos 1921 tarihinde Yunan ordusu Ankara’yı hedef aldı ve harekete geçti.

Savaşın başlamasıyla Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk Sakarya Savaşı savaş taktiğini şu şekilde açıklamıştır; “ Savunma bir çizgi üzerin de değil, bir yüzey üzerinde yapılacaktır. O yüzeyde bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunmaz. Büyük küçük her birlik, ilk durabildiği noktada tekrar düşmana karşı cephe kurarak savaşı sürdürür. Yanlarındaki birliklerin çekilmek zorunda olduğunu gören birlikler onlara bağlı olmaz. Bulunduğu yerde sonuna kadar direnmeye mecburdur. ”

Mustafa Kemal Paşa bu taktik ile Türk ordusunun var gücü ile savaşması gerektiğine ve bu zaferin alınması gerektiğine vurgu yapmıştır. Atatürk için Sakarya Savaşı son derece önemliydi ve stratejik davranılması gerekiyordu. Sakarya savaşı bu taktik Milli Mücadele’de, savunma savaşından çok taarruz savaşına dönmüştü, söz konusu olan var olmak ya da yok olmaktı.

Türk ordusu cesareti, vatan sevgisi ve savaş taktiği ile tüm vatan topraklarını savunmayı başarmış ve büyük bir zafer elde etmiştir. 5 Eylül tarihinde yunan ordusunun gücü zayıflamış ve geri çekilmek durumunda kalmıştır. Yunan ordusu, Türk ordusu tarafından 13 Eylül 1921 tarihine kadar takip edilmiştir ve bu tarih sonrasında Sakarya Nehri’nin doğusunda bir tek Yunan askeri bile kalmamıştır.

Onuncu Yıl Nutku

Türk Milleti!
Kurtuluş savaşına başladığımızın 15’inci yılındayız. Bugün Cumhuriyet’imizin onuncu yılını doldurduğu en büyük bayramdır.Kutlu olsun!Bu anda büyük Türk milletinin bir ferdi olarak bu kutlu güne kavuşmanın en derin sevinci ve heyecanı içindeyim.Yurttaşlarım!Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti’dir. Bundaki başarıyı Türk milletinin ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak kararlılıkla
yürümesine borçluyuz.Fakat yaptıklarımızı asla yeterli görmeyiz.Çünkü daha çok ve daha büyük işler yapmak zorunda ve kararlılığındayız. Yurdumuzu dünyanın en bayındır ve en uygar memleketlerin seviyesine çıkaracağız. Milletimizi en geniş rahatlık, araç ve kaynaklarına sahip kılacağız. Millî kültürümüzü çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkaracağız.

Bunun için, bizce zaman ölçüsü, geçmiş asırların gevşetici anlayışına göre değil, asrımızın hız ve hareket kavramına göre düşünülmelidir. Geçen zamana oranla, daha çok çalışacağız. Daha az zamanda, daha büyük işler başaracağız. Bunda da başarılı olacağımıza şüphem yoktur. Çünkü, Türk milletinin karakteri yüksektir, Türk milleti çalışkandır, Türk milleti zekidir. Çünkü, Türk milleti millî birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü, Türk milletinin yürümekte olduğu yükselme ve uygarlık yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, pozitif ilimdir. Şunu da önemle belirtmeliyim ki, yüksek bir insan topluluğu olan Türk milletinin tarihi bir niteliği de, güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Bunun içindir ki, milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, yaratılış zekâsını, ilme bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini, millî birlik duygusunu devamlı olarak ve her türlü araç ve önlemlerle besleyerek geliştirmek millî idealimizdir.

Türk milletine çok yaraşan bu ideal, onu bütün insanlığa gerçek rahatlığın sağlanması yolunda, kendine düşen uygar görevi yapmakta başarılı yapacaktır.Büyük Türk milleti, on beş yıldan beri giriştiğimiz işlerde başarı vadeden çok sözlerimi duydunuz. Mutluyum ki, bu sözlerimin hiçbirinde milletimin, hakkımdaki güvenini sarsacak bir isabetsizliğe uğramadım.

Bugün, aynı inanç ve kesinlikle söylüyorum ki, millî ideale, tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün uygar dünya, az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük uygar niteliği ve büyük uygar kabiliyeti, bundan sonraki gelişimi ile geleceğin yüksek uygarlık ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır.

Türk Milleti!
Sonsuza akıp giden her on senede, bu büyük millet bayramını daha büyük şereflerle, mutluluklarla huzur ve rahatlık içinde kutlamanızı gönülden dilerim. Ne mutlu Türküm diyene!

Kaynak:Hâkimiyet-i Milliye 30 .10. 1933

Sivas Kongresi’nin Açılış Söylevi

Saygıdeğer Efendiler!
Vatan ve milletin kurtuluşunu hedefleyen mecburiyetler, sizleri bunca sıkıntı ve engellere rağmen Sivas’ta topladı. Kahramanca kararlılığınızı tebrik eder ve sizlere hoş geldiniz demekle mutluluğumu arz ederim. Efendiler!
Muhterem heyetiniz kurtuluşla ilgili konuşmalarına başlamadan önce bazı şeyleri söylemek için izninizi rica ederim. Bilindiği gibi millîyetler esasına dayanan vaatler üzerine 30 Ekim 1918 tarihinde İtilâf Devletleri ile mütareke imzalandı.

Milletimiz adaletli bir barışa kavuşacağını ümit etti. Halbuki ateşkesin hükümleri vatan ve milletimizin aleyhinde her gün bir şekilde kötüye kullanma, saldırı ve zorlama şeklinde uygulandı. İtilâf Devletleri’nden kuvvet alan memleketimizdeki Hıristiyan unsurlar, milletimizin onurunu kırmak ve birliğini bozmak için çılgınca hareketlere koyuldu. Batı Anadolu’da İslâm’ın namus ocağının içine girmiş Yunan zâlimleri, İtilaf Devletleri’nin kayıtsız bakışları karşısında öfkelerini canavarca uygulamaya başladı.

Doğuda Ermeniler, Kızılırmak’a kadar yayılma hazırlıklarına ve şimdiden sınırlarımıza kadar dayanan katliam siyasetine başladı. Karadeniz sahillerimizde Pontus Krallığı hayalinin gerçekleşmesi için bile çalışıldı. Adana, Antep, Maraş ve Konya havalisine kadar Antalya işgal ve Trakya da işgal bölgesine dahil edildi.

Saltanat ve hilâfet hükümdar saraylarına kadar boğucu bir tarzda işgal ile devletin can evinde yabancı tekeli ve zorbalığı yerleşti ve bütün bu haksız girişimlere, merkezî hükûmet, belki de tarihte bir eşi daha görülmemiş şekilde katlandı ve daima zayıf ve aciz bir seviyede kaldı. İşte bu durum milletimizi şiddetli bir uyanışa sevk etti. Artık milletimiz pek güzel anladı ki, İtilâf Devletleri, bu vatanda kutsal değerlerine ve geleceğine sahip bir kudret ve millî irâdenin var olmadığı bâtıl düşüncesine kapıldı. Ve bu düşünce yüzünden cansız bir vatan, kansız bir millet, neleri hak etmişse çekinmeden onları uygulamaya koyuldu. Buna karşı kadere razı olma ve teslimiyetin, tamamen yok olma faciasından başka bir sonuç vermeyeceği kanaati kuvvetlenmeye başladı.

Efendiler, milletimizin sizin gibi aydınları, millî onur ve haysiyet sahipleri, manzaranın üzücü karanlığından dolayı ümitsizliğe kapılmadı. Çünkü onlar bilirler ki, tarih bir milletin varlığını, hakkını hiçbir zaman inkâr edemez. Çünkü onlar kuvvetli bir iman ile inanmışlardır ki, bir yalancı perdenin arkasından vatan ve milletimiz aleyhinde verilen hükümler, ortaya sürülen kanaatler muhakkak iflasa mahkûmdur.

Efendiler, İtilâf Devletleri’nin haksızlıkları ve merkezî hükûmetin zaaf ve acizliği karşısında milletimizin varlığını ispat ve fiilî saldırılara karşı namus ve istiklâlini fiilen savunmak kararını vermek zorunda kaldı. Takip edildiği şekliyle: Doğuda sona eren harbin türlü zorluk ve üzüntülerini görmüş ve özellikle Ermenilerin vahşet ve zulümlerine sahne olmuş yaslı hudut vilâyetlerimiz, namus ve millî bağımsızlığı kurtarmak amacıyla Müdafaa-i Hukuk-i Millîye, Muhafaza-i Hukuk-i Millîye Cemiyetleri kurdular. Doğudan ve güneyden tehlike hisseden Diyarbakır vilâyetimizde de Müdafaa-i Vatan Cemiyeti (Vatanı Savunma Derneği) kuruldu.

Batıda Yunanlıların olabilecek saldırılarına karşı kurulan Müdafaa-i Hukuk-i Millîye Cemiyeti, Yunanlıların sevgili topraklarımıza ayak basması üzerine ilhakı topraklarımızı (Yunan) topraklarına katmalarına engel olmak için ayaklandılar.
Trakya’da, Kilikya’da ve her tarafta millî cemiyetler oluştu. Kısaca batıdan ve doğudan yükselen milletin sesi, Anadolu’nun en ıssız köşesinde yankı uyandırdı. Bundan dolayı millî cemiyetler, düşmanların esaret boyunduruğuna girmemek amacıyla millî vicdanın azim ve irâdesinden doğmuş tek teşkîlât oldu. Bu sayede asırlardan beri bağımsız yaşayan milletimiz varlığını dünyaya göstermeye başladı.

Efendiler, milletçe kurtuluş çaresinin ancak milletin kendi ruhundan şekillenerek doğacağı fikri anlaşılınca, açık tehlikeler karşısında bulunan Doğu Anadolu illeri Erzurum Kongresi’ni düzenledi. Bu sırada yapılan haberleşme, devam eden olaylar ve mecburiyetler ile de vatanın tamamının kurtuluşunu amaç edinen Sivas Kongresi, bugün saygıdeğer Heyetiniz’in ortaya koyduğu Genel Kongre 21 Haziran 1919’da kararlaştırılmıştır.

Efendiler, burada Yüce Heyetiniz’e büyük üzüntülerimle söyleyeceğim ki, memleketin ve milletin kutsal değerlerine güven hissi vermede beceriksizlik ve miskinlikten başka bir güç gösterememiş olan merkezî hükûmet, milletin sesini boğmak, milletin ortak bağlarını kırmak ve bu şekilde milleti daima mağlûp göstermek gibi ancak düşmanlarımızın çıkarına sayılacak hareketlerin yiğitliğini takındı. Bu durum tarihimizde doğal olarak merkezî hükûmetin hesabına çok şüpheli bir devirdir.

Teşekkür olunur ki Efendiler, millet ve millî gücün tek koruyucusu olan namuslu ordumuz, merkezî hükûmeti uyararak zararları sonuçsuz bırakmıştır. Böylelikle kötü etkiler bazı gecikmelere neden olmuştur.

Hatırlarsınız ki, Sivas Genel Kongresi’ne katılmaları için 22 Haziran’da gerçekleşen davetiyede Erzurum Kongresi’nden bahsedilerek toplantının 10 Temmuz’da yapılması kabul edilmişti. Batı Anadolu’dan katılan delegelerin bu zamana kadar Sivas’a varabilecekleri tahmin edilerek Erzurum kongre heyeti üyelerinin de Sivas’taki genel toplantıya katılabilmelerinin mümkün olduğu düşünülmüştü. Halbuki Sivas Kongresi’nin toplanması ancak bugün gerçekleşti. Aradan bir aydan fazla zaman geçti. Bu uzun süre içinde, Erzurum Kongresi heyetinin beklenilmesinde ise, zaten bilinen ve ortak olan asıl amaçlar ve esas noktalar üzerinde görüşmeleri yürütmek ve kararları kabul etmek uygun görüldü. Ve sonra da temsilcilerin seçildikleri yerlere dönmeleriyle kararlaştırılan şeylerin uygulanmaya başlanması tercih edildi. Fakat Kongre Genel Kurul’u, Doğu Anadolu adına Sivas Kongresi’nde hazır bulunmak üzere Heyet-i Temsiliye’den (Temsilciler Kurulu) bir heyetin teşkil edilmesine karar verdi.

Erzurum Kongresi’nin bildirisi ve nizamnamesi hükümlerinden başka gizli kalmış hiçbir karar yoktur. Yalnız Sadrazam Ferit Paşanın Paris seyahatinden dönüşünde Anadolu’da karışıklık olduğu hakkında yayınladığı genelgesi, kongrece büyük üzüntü ile okunmuş ve bu gerçek dışı ve memleketin ve milletin çıkarlarına zararlı olan ve dikkatsizce hazırlanan bu bildirinin derhal yalanlanması kendisinden şiddetle istenmiştir. Bir de milletvekili seçimlerinin çabuklaştırılması istenmiştir. Erzurum Kongresi, yalnız Doğu Anadolu temsilcilerinden oluştuğu için yetkilerinin bu daire ile sınırlı olduğu göz önünde tutulmuştur. Ancak bu, Batı Anadolu ve Rumeli temsilcilerinin katılması ile gerçekleşecek ve bütün yetkilerin kullanılması, değerli Heyetiniz’in oluşması şartına bağlı olacaktır. Hatta bu nedenden Doğu Anadolu’daki millî cemiyetlerin birleşmesinden doğan kütleye ünvan verirken Doğu Anadolu kaydı konuldu. Genellikle “Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” yahut “Anadolu- Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” (Anadolu- Rumeli Haklarını Savunma Derneği) genel adının kullanılması, bütün milletin hukuku adına kendini yetkili görmesi doğru olmazdı. Bu durumda İstanbul’da olduğu gibi, beş on kişinin bir araya gelerek bütün milletin yetkili vekilleriymiş gibi, asıl yetki sahibi olan milletle ilgisiz bir teşebbüs mahiyetinde olabilirdi.

Bununla beraber Efendiler, Erzurum Kongresi, bütün ülkenin ve milletin anlaşıp birleşme noktasında Doğu Anadolu illerimiz ve diğer illerimizde her konuda birlikte hareket etme bilincinde olmayı temel kabul etmiştir. Bununla beraber yüce huzurunuzda kabul edilmiş olan bu Sivas Genel Kongremiz, vatanımızın ve milletimizin tek vücut olduğunu gerektiği gibi dile getirip ispatlayacak esasları açıklamıştır.

Efendiler, Millet Meclisi’nin toplanması için öteden beri gösterilen millî gayretler karşısında İstanbul Hükûmeti’nin ilk günden beri takındığı ilgisiz, sonradan dik kafalıca ve Kanun-ı Esasi’ye (Anayasa) bütünü ile zıt hareketleri, son günlerde millî cereyanın etkisiyle daha uysal bir duruma girmiştir. Seçimlere emir verildiğini biliyorsunuz. Bunun gerçekleşmesini Allah’ın izniyle büyük kararlılığınız ve cesaretiniz ortaya koyacaktır. Ancak bundan önceki olayların evrelerinde çoklukla veya ferdi olarak yabancı mandaterlikleri gibi doğrudan doğruya hayat ve bağımsızlığımızı ilgilendiren önemli bir mesele söz konusu olmaktadır.

Millî Meclis’in henüz toplanmamış olduğu bir sırada (düşman tarafından) kuşatılmış ve bağımsızlığını kaybetmiş İstanbul Hükûmeti’nin tek başına ve kanun dışı bir kararı veya isteklere/çıkarlara aykırı bazı dış önerilere boyun eğip kabul etmeleri ihtimâline karşı, Erzurum ve Sivas Kongrelerinin millî ruhu temsil eden birbiri peşi sıra toplantıları, muhakkak iyiye alâmettir. Açıklamalarım son bulurken vatan ve milletin kurtuluş zaferi amacına bağlı olan heyetimizin başarılı olmasını Allah’tan dilerim.

4 Eylül 1919